Olmayan Rüzgarda Uçurtmasını kaybeden adam !

12 Eylül ; Dersim'i İrşat - Dersim'e Yol Buldurma

Cumartesi, Ekim 27, 2012 Yazar: ters LALE... , , , Yorum yok


Ne zaman gazetelerde , dergilerde dersim ile ilgili bir yazı görsem alır saklar bir şekilde arşivlemeye çalışırım. Hani bu arşivleme sonucu o gazeteleri dergileri çok insan göremez. Dersim'e dair önemli yazıları dosyaları blogum üzerinden yayınlamaya çalışacağım şimdilik. Radikal Gazetesinde iki gündür Bir 12 Eylül suçu: Dersim'i irşat adlı dosya olarak yazılar yayınlanmaya başlandı . Yazıları Tarık Işık adlı gazeteci yayınlıyor . Yazarın Radikal'de ki tüm yazılarına ulaşmak için tıklayın.


Yazının başlığından girelim olaya İrşat nedir ? irşat müslümanların bir şekilde doğru yolu buldurma , doğtu yola sokmaları anlamını taşıdığını görüyoruz Yani analyacağınız darbe döneminde bile Dersim öteki olarak görülmüş her zaman ki gibi. Dersim38 e dair kaynaklar her zaman güncel kaynaklardan daha fazla yer teşkil etti. Daha da önemliydi ancak Dersimin 70-80lerine dair pek çok yazı ,kaynak bulunmuyor.

12 Eylül Suçu : Dersim'i İrşat Dosyası

Darbeciler 5 bin çocuğu imam hatibe sürdü


Dersim'in sürgün trajedisi 12 Eylül'de de bitmemiş. Darbeciler 5 bin Dersimli çocuğu 'vatana faydalı olsunlar' diye toplayıp imam hatiplere göndermiş.



5 bin çocuk için askerlerin ve valinin katıldığı büyük bir de tören düzenlenmişti.
12 Eylül ’ün darbeci generallerinin Dersim’e yönelik özel bir ‘adam etme’ politikası uyguladıkları belgeleriyle ortaya çıktı. Dersimli araştırmacı Mesut Özcan’ın eline tesadüfen geçen yüzlerce fotoğraf, belge ve ses kaseti, Dersim’de uygulanan ve ‘Doğu İrşat Konferansları’ olarak anılan bu politikanın parçası olarak 5 bin çocuğun ailelerinden alınıp otobüslere törenle bindirilerek Dersim dışındaki Yatılı İmam Hatip Okulları’na gönderildiğini kanıtladı.

Yüzlerce fotoğraf... 


Araştırmacı Özcan, 12 Eylül cuntasının bölgeye ‘vali’ olarak gönderdiği emekli general Kenan Güven’in görev yaptığı 4.5 yıl boyunca özellikle Aleviler üzerinde sistemli bir Sünnileştirme programı uyguladığını söylüyor. Özcan, Güven’in belki de asker geçmişinden kaynaklanan bir alışkanlıkla attığı her adımın fotoğrafını çektirdiğini, halka açık yaptığı konuşmaları da kasete kaydettirdiğini belirtiyor. Özcan’ın elindeki binlerce ‘35’lik’ fotoğraf negatifi ve ‘60’lık’ ses kasetleri pek az bilinen bu olayın bütün detaylarını gözler önüne seriyor.

Radikal o gün otobüslerle gönderilen çocuklardan biri olan Erdem Koçoğlu’na ulaştı. HAS Parti kapanmadan önce İstanbul Çekmeköy İlçe Başkanlığı’nı da yürüten Koçoğlu, 1970 Çemişgezek’in Sarıbalta Köyü doğumlu. “Sünniyim 9 kardeştik. Evin en küçüğü bendim. Kardeşlerimden hiçbiri okuyamadı” diyor, Koçoğlu, Kuran kursuna gitmeyi kendisi istemiş. Ama babası ile muhtarın arası kötü olduğu için ilk kafileyle gidememiş. “Muhtara ısrar ettim, sonraki kafilede ancak öyle gidebildim” diyen Erdem Koçoğlu, ‘o günleri’ şöyle anlattı:

***1982 yılıydı.. İlkokulu yeni bitirmiştim. Jandarma geldiğinde saklanacak delik arardık. Bizim aşirette yaylaya giderken asker copu yemeyen kimse yoktu. Ne zaman gidileceği, nerde kalınacağı söylenirdi jandarmaya. Ama bir suç işlenmiş gibi her türlü eziyet yapılırdı. Köylünün itiraz hakkı yoktu. Bu durumu kanıksamıştık. Jandarmanın dipçiklemesi olağan bir durumdu.

***Hem Sünniler, hem Aleviler için karanlık bir dönemdi. 2 veya 3 otobüsle Tunceli ’den yola çıktık. Bizim kafilede hiç kız yoktu. Hepsi erkekti. Bolu’ya gittik. Ben o zamana kadar Çemişgezek’e bile hiç gitmemiştim. Annem bana, ben ona çok düşkündüm. 82-83 eğitim-öğretim yılında sadece Kuran kursuna gittim. Kurs, Diyanet’e bağlıydı. Aklımda yanlış kalmadıysa 250-300 çocuk vardı.












Kenan Evren Dersime Gelirken .. 


Türkçe bilmiyordum


***Türkçenin T’sini bilmiyordum. Ancak ‘gel’, ‘git’, ‘ekmek’… Burada bir dönem devam ettikten sonra, İstanbul’da Fatih, Zeytinburnu ve Gaziosmanpaşa ’da İmam Hatip’e devam ettim. Arkadaşlarım içinde Alevi de vardı Sünni de. Çemişge- zek’ten gelenlerin çoğu Sün- ni’ydi. Ovacık ve Nazimiye’den gelenlerse Alevi…

***Bizim okulda imam hatibi bitiren Alevi çocuk olmadı. Bitiremediler. Halbuki çok zeki çocuklardı. Aynı sene içinde, ya da birkaç sene sonra ayrılanlar oldu. Alevi geleneğine ters bir eğitim alıyorsunuz, sonuçta bıraktılar. Alevi çocuklar o güne kadar aldıkları eğitime uygun bir eğitim almadıkları için kendilerini çok rahat hissetmiyorlardı. Çocuklar hem ailelerinden baskı görüyorlardı, hem de orada kabullenmiyorlardı.

***Hem Aleviler hem biz dışlandık. Özellikle Aleviler kendilerini çok rahat ifade edemediler. Alevilerin gönüllü olarak Kuran kurslarına gittiğine inanmıyorum. Muhtemelen dönemin valisinin (Kenan Güven) baskısı vardı. Alevilerin Kuran kursuna çocuklarını göndermesi size mantıklı geliyor mu? Zaten kendi rızalarıyla gelseler okurlardı. O zamanki rejim Alevileri tehdit olarak görüyordu. Balans ayarını böyle yaptılar.

***Ne yazık ki, Alevilere zulüm yapılınca alkışlayanlarımız var. Hepimiz buna karşı gelmeyi aklımıza bile getirmiyoruz. Okuldayken iliklerimize kadar yokluk içindeydik. Çayı çok severim. Ama çay içecek bile param yoktu. Kendim için, ‘iyiki okumuşum’ diyorum. Kardeşlerimin içinde okumak sadece bana nasip oldu. Keşke onlar da okuyabilseydi. Sünni olmama, Kuran kursuna, İmam Hatib’e gönüllü gitmeme rağmen ismimiz yoktu. Bana ‘Erdem’ demiyorlardı. Biz Tuncelili öğrencilerdik.


İnsanlar toplanıp cocukları alındı ... 


Sünnileştirme politikası uygulandı


Araştırmacı Mesut Özcan, 12 Eylül rejiminin Dersim’i neden özellikle hedef seçtiğini şöyle anlatıyor: “‘Kardeş kavgası’ bahane edilerek gerçekleştirilen darbenin en büyük etkilerinin görüldüğü yerlerin başında Dersim gelir. Dersim, hem Kürt nüfusa, hem Kızılbaş inanca, hem de sol ideolojiye merkez olması nedeniyle ciddi bedeller ödedi. Darbenin ardından ‘din birleştiricidir ve gereklidir’ sloganıyla özellikle Alevilerin yerleşim alanları hedef alındı. Emekli bir general olan Kenan Güven, adaşı Kenan Evren ’in gerçekleştirdiği darbeden sonra, 10 Eylül 1982’de vali olarak Dersim’e atandı. Kenan Güven’in gelmesiyle birlikte Tunceli’de bir yandan peş peşe Kuran kursları açılıp köylere cami yapılırken, bir yandan da başta Ankara , İstanbul, Edirne müftüleri olmak üzere, çeşitli müftüler davet edilip bütün ilçelerde ‘Doğu İrşat Konferansları’ adı altında faaliyetler tertiplenmeye, vaazlar verdirilmeye başlandı. İrşat heyetleri gittikleri yerlerde İslam dinini övmekte, sosyalizmi, komünizmi ve bu ideolojinin önderlerini din düşmanı, birlik düşmanı, namus düşmanı olarak göstermekte, halkı bu düşüncede olanlara karşı cihada çağırmaktaydılar. Bununla da yetinmeyip, yine halkı bu tip faaliyetlerde bulunanları ihbar etmeye teşvik edip, muhbirliğe davet ediyodı. 4.5 yılda 5 bin çocuk, otobüslerle ‘Müslümanlaştırılmak’ üzere Dersim dışındaki Kuran Kurslarına gönderildi. Gönderildikleri yerler arasında Bolu, İstanbul ve Beypazarı var. Kız ve erkek çocuklarından oluşan öğrenciler yatılı Kuran kurslarında hem Müslümanlığı hem de ‘Türklüğü’ öğreniyorlardı. Ancak bu sayıya, Dersim’de açılan Kuran kursları ve İmam hatip okullarının dahil olmadığını unutmamak gerek.”


'Oruç tutmadım diye tuvalet temizledim'





Dersim'de yetimler de yurtlara yerleştirilmiş. O dönem yurda verilen Alevi bir kız, yetiştirme yurdunda namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için cezalandırıldığını anlatıyor. 

12 Eylül ’ün ‘Dersim’e irşat’ politikasının temelini dini eğitim ve asimilasyon oluşturuyordu. 5 bin çocuğun imam hatip okullarına gönderilmesinin yanında bir de yetimler vardı. Yetim çocuklar da Tunceli ’de açılan yetim yurdunda yine dini eğitime tabi tutuldu. Radikal ’in ulaştığı, bugün devlet memuru olduğu için isminin yazılmasını istemeyen ‘ Alevi kız çocuğu’ da o günlerde yetim yurduna gönderilenlerdendi.

12 Eylül darbesinden sonra asker, hasta babasını evden almış, birkaç gün sonra geri getirmiş. “Ayakları çok şişmişti” diyor. Birkaç gün sonra da babası ölmüş. ‘Alevi kız çocuğu’ hayat hikâyesini şöyle anlatıyor:

“5 kardeştik. Annemin okuma yazması yoktu. Babam öldükten sonra iyice maddi sıkıntı çekmeye başladık. Annem benimle birlikte bir kız kardeşimi bakamadığı için Çocuk Esirgeme Kurumu’na verdi. 18 yaşına kadar burada kaldım. 1983-84 yıllarında 13 yaşındaydım. Yetiştirme yurdundan Tunceli Merkez’deki camideki Kuran kursuna götürülürdük. Bu gidiş-gelişlerimiz bir dönem sürdü. Gündüzleri ve geceleri yetiştirme yurdunda kalıyorduk. Ama her akşam 6’dan 9’a kadar camiye, Kuran kursuna gidiyorduk. Gitmek isteyip istemediğimizi bize soran olmadı. Yurtta Tunceli’nin hemen hemen her yerinden gelen çocuklar vardı. Başörtüsü verdiler bize. Camide hoca bize aptes, namaz, İslam dersleri veriyordu. İçimizde direnenler, öğrenmek istemeyenler vardı. Ben de öğrenmek istemiyordum. Direndiğim için çok dayak yedim. ‘Sizi topluma kazandıracağız, bu öğrendikleriniz sizin iyiliğiniz için’ diyorlardı. Anlamıyordum. ‘Biz kayıp mıyız ki bizi topluma kazandıracaksınız?’ diyordum. Orucu, herhalde bizdeki alışkanlıktan ancak 12 gün tutabildim. Daha fazlasını tutamadım. Aslında tutmak da istemedim. Bunun için tuvalet temizleme cezası vermişlerdi.”

Cami kampanyası



Vali Kenan Güven döneminde Dersim’de köylere cami, mescit yaptırma furyası başladığını söyleyen araştırmacı Mesut Özcan, o dönemdeki politikayı şöyle tarif ediyor:

“Ancak gerek cami ile mescit binası gerekse Kuran kursu binası olarak köylerde yaptırılan yapılar hiçbir zaman Tuncelililer tarafından ilgi görmedi. Örneğin, eski adı Türüşmek olan günümüzdeki adıyla Aktuluk Mahallesi’nde yaptırılan mescit, yapıldığı günden itibaren samanlık olarak kullanılmaya başlandı. O dönemi hatırlayan köylüler, valinin bu mescidi kendi isteği ile yaptığını, kendilerinin hiçbir zaman böyle bir isteklerinin olmadığını söylediler. Benzer bir manzaraya Mazgirt ilçesinin Lazvan Köyünde de karşılaşıyoruz. Burada, yapının yanına bir de minare konmuş. Gelen imam için lojman yapılmış… Ancak cami, tıpkı Aktuluk Mahallesi’ndeki gibi samanlık olarak kullanılıyor. Lazvan köylülerinin anlattığına göre, bir süre sonra buraya bir imam da atanmış. Köylüler, ‘İmam geldi. Köylülerle hiçbir ilişkisi olmadı. Köylülerin de ona ilgisi yoktu… Hiç kimse camiye gitmiyordu. Önce her gün düzenli olarak ezanı okudu. Ancak günler geçtikçe, ezanı okuma sayısını azalttı. Sonra günde bir sefere kadar indirdi ezan okuma işini… Bir süre sonra da köy kahvesine gelip bizlerle ilişki kurmaya başladı. Bize alıştıkça, cami yerine kahveye geliyordu’ diye anlatıyorlar köylerindeki camiye gönderilen imamın hikâyesini. Ovacık’taki camiye de bitirildiği tarihten sonra imam atanmış. Ancak o da tıpkı Lazvan imamı gibi köylülerle ilişki kuramamış, onları camiye getirmeyi başaramamış. Şimdi orası da boş ve samanlık olarak kullanılıyor. Köyde yaşayan bir Alevi dedesi, bu yapıyı cemevi olarak kullanmak için çeşitli başvurularda bulunduğunu söyleniyor.”

‘İşi hazır’ diyerek çocuğu aldılar


Mesut Özcan, araştırmalarında vatandaşların çocuklarını isteyerek göndermediklerini tespit etmiş. Özcan, “Adının açıklanmasını istemeyen F.B.’nin annesi, gelen görevlilerin çocuklarını ‘gelecekte işleri hazır olacak, biz onları okutup memur yapacağız’ dedikleri için götürdüklerini söyledi” diyor. Özcan, aynı annenin görevlilerin Kuran kurslarından ya da imam hatip okullarından söz etmediklerini de aktarıyor. Özcan görüşmeleri ile ilgili de şu notları aktarıyor: “F.B. de, gönderildiği Ankara Beypazarı Kuran kursuna gidinceye kadar nereye götürüldüklerini bilmediğini, götürüldükleri Beypazarı’nda, Kuran Kursu yetkililerinin kendileri için para topladıklarını söyledi. F.B. bütün çabalara rağmen asimile olmadığını söylüyor. Ovacık’ta yaşayan H.Y. ise bir yıl İstanbul ’da bir Kuran kursunda kaldığını, ardından da medreseye gönderildiğini anlattı. H.Y., ‘Köye döndüğümde oruç tutuyor, namaz kılıyordum. Köylüler karşı koyunca bunlardan vazgeçtim. Bu yüzden psikolojik tedavi de gördüm”diyor.

‘Bas bas bağırıyoruz, Kürt yoktur, Kürt Türkü vardır diye...’ 


‘İrşat Konferansları’nın ses kayıtları Dersim’e yönelik asimilasyon politikasının darbeyle birlikte yeniden nasıl hız kazandığını da gösteriyor. 11 Nisan 1983’te Doğu İrşat Ekibi’nin Pertek’te düzenlediği konferansta Vali Kenan Güven, salonu dolduran Dersimlilere gerçekte ‘Kürt Türkü’ olduklarını şöyle savunuyor: “Değerli arkadaşlarım, bir bölgede çatlaklıklar nerede varsa, şer kuvvetleri bu çatlaklıkları rahat bulur. Bu bölgemizde de bu çatlaklık iki yerde işlenmeye müsaittir. Birincisi Alevi-Sünnilikte, birisi Kürtlük-Türklük’te. Devlet görevlisi olarak, bu memleketin neferi olarak, bu memleketin sahibi olarak, bunların çatlaklık vesilesi olmamasını sağlamak da yükümlülüğümüzdür. Üzerini örtmek, çatlayan duvarın üzerini alçıyla, sıvayla kapatıp yıkılmasını beklemektir. Bakın arkadaşlarım, ikisine de şöyle kısacık değinecek kadar değineceğim. Birisi tarihimize bakın, tarihimizde mezhep kavgaları ne zaman başlar? Mezhep kavgaları 4. halifeden sonra başlar. 300-350 sene, 600 sene sonra başlar. Öyleyse bu kavga din kavgası değil, bu kavga saltanat kavgası. Bu kavga nerelere kadar gidiyor? Bu kavga Arap-Pers kavgası, Pers-Osmanlı kavgası, neyi kullandırıyor? Dini kullandırıyor? Bu kavga o zaman başlıyor. Şimdi bu kavgaya alet olmak, hangi kutupta olursa olsun büyük sorumluluktur. İster Sünni kesimde, ister Şii kesimde olsun. İster Alevi olsun, ister Hanefi olsun. Eğer bir reddediş, bir kabul etmeyiş varsa, suçlu ikisidir. Nasıl kabul etmezsin? Allah’ı bir, peygamberi bir, Kuran’ı bir olan bir kitleyi nasıl kendinin dışında tutmak istersin? Allah’ı bir, peygamberi bir, kitabı bir olan bir kitleye nasıl yanaşmazsın? Nasıl birleşmezsin? İkincisi Kürtlük-Türklük davasıdır. Kürtlüğü ayrı bir ırk olarak göstermek istiyorlar. Kürt kelimesinin Kıpçak sözlüğünde karşılığı ‘ayva’dır. Kaşgarlı Mahmud’un Divanı Lügat-it Türk’ünde ‘kayın ağacı’dır, sağlam, kayın ağacı. Yenisey kitabelerinde ‘kar yığını’dır. Çığ, kaygan kar kümesidir. Moğollarda ‘soylu, cesur’ anlamında kullanılmıştır. Bas bas bağırıyoruz… Kürt yoktur, Türk vardır… Oğuz Türkü, Kırgız Türkü, Kıpçak Türkü, Moğol Türkü gibi, Kürt Türkü vardır.”

‘İrşat’ın temeli dini eğitimdi 


‘İrşat’, doğru yolu gösterme, aydınlatma’ anlamına geliyor. İrşat Konferansları da 12 Eylül’den sonra Doğu Anadolu ağırlıklı olmak üzere İç Anadolu’da da yapıldı. Darbeci generaller, İrşat Konferanasları’nı Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren uygulanan asimilasyon politikasının bir devamı olarak görüyordu. Konferansların temelini ‘dini ve milli’ değerlerin öğretilmesi oluşturuyordu.


İrşat toplantılarında nefret ve gözdağı

Darbe sonrası Dersim'de camilerde ve salonlarda çeşitli irşat konferansları düzenleniyordu. Bu 'İrşat Konfe-ransları'nda Diyanet yetkilileri ve bölgenin 'ileri gelenleri'nin dışında askerler de konuşuyor, toplantılarda nefret söylemi aşılanırken insanlara da gözdağı veriliyordu.
Konferans veren Yüzbaşı Çoban ve Dersim Valisi Güven, yan yana başka bir konferansta görülüyor.


12 Eylül ’ün ‘Dersim’e İrşat’ politikalarından biri de camiler ve salonlardaki irşat konferanslarıydı. Konferanslarda, gözdağı ve nefret söylemleri ön planı çıkıyordu. Dönemin Dersim Valisi Kenan Güven’in de bulunduğu bir konferansta Yüzbaşı Cemal Çoban’ın hedefine solcular ve Ermenileri alarak yaptığı konuşma bunu açıkça ortaya koyuyor. Yüzbaşı Çoban, şunlarısöylüyor: “Bölge insanımızın misafirperverliği, saflığı, anlatılan, propagandası yapılan her şeyin doğru olduğuna inanması, her aileden birkaç kişinin Avrupa veya ülkemizin büyük şehirlerinde işçi olarak çalışması ile başıboş kalan gençlerin kolayca aşırı sol ve bölücü vatan hainlerinin tuzağına düşmesine neden olmuştur. Önce masum meslek kuruluşları, öğrenci, öğretmen ve gençlik dernekleri şeklinde faaliyete geçen ve bu derneklere öğretmenleri, öğrencileri, memurları, gençlerimizi üye kaydeden vatan hainleri, kısa sürede pek çok vatandaşı, kirli emellerine alet edecek şekilde suç işlemeye mecbur etmişlerdir. Devlet makamları ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirmişlerdir. Onlar için insan hayatının, devlet nizamının, aile saadetinin, ülkenin birlik ve beraberliğinin önemi yoktur. Önemli olan kendilerine lider kabul ettikleri insanlık düşmanı, vatan haini, komünizmin fikir ve eylem hocalarının isteklerini yerine getirmektir. Önemli olan ülkemizin bölünüp parçalanmasına, terörizmin, komünizmin pençesine düşmesine, ocakların sönüp, hanelerin yıkılıp, ülkesine, milletine, toprağına, bayrağına bağlı vatansever vatandaşların öldürülmesine, ay yıldızlı bayrağın yerinde baykuş timsali orak çekiçli kızıl bayrağın dalgalanmasına hizmet etmektir.”

Ermenilere nefret 

Konferansta Ermeniler için, “Ohannes’ten Orhan, Haçik’ler Haydar, Garbis’ler Kemal, Kirkor’lar Kamil adlarını alarak bölgemize sızdılar diyen Çoban, şunları söylüyor: “Yüzlerce yıldır Doğu Anadolu ’da Tunceli dahil bir Ermenistan devleti kurmak, bu bölgedeki halkımızı geçmişte olduğu gibi binbir işkenceyle yok etmek isteyen Ermeni örgütleri ASALA köpekleri, şimdi bir plan ve haince emellerle Ermeni militanlarını Türkçe adlar koyarak bölgemize sokmaya başladılar. Saf gençlerimizi kandırıp kirli emellerine alet ettiler. Önce bölgede bu faaliyetlere ‘dur’ diyecek gençleri, halka doğru yolu gösterecek yaşlı, tecrübeli, ileriyi gören vatansever insanları hedef seçtiler. Ülkemiz aleyhine yürütülen yıkıcı faaliyetlere karşı olmayı, vatanseverliği, mertliği faşistlik, ihbarcılık kabul edip bunları hedef alıp yok etmeye başladılar. Bu yaşlı, akıllı, uzak görüşlü insanların evlerine dost gibi geldiler, sofrasına oturup ekmeğini yediler, sonra da köpeklerin bile yapamayacağı kalleşlikle çoğunu sofra başında vurdular. Ekmeğini yediği insanları arkadan vuracak kadar, 70 yaşındaki ihtiyarları yatakta kurşunlayacak kadar, bazılarını kasaplarda asılı etler gibi ayaklarından asıp gözünden kurşunlayacak kadar gözü dönmüş, insanlığını kaybetmiş, sadist, ruh hastası, Ermeni köpekleriyle işbirliği yapan bu örgüt elemanları hangi haklı davanın savunucularıdır? 12 Eylül’e kadar şehirde, köyde, her yerde açıktan zararlı faaliyetlerini sürdüren bu beyni yıkanmış, kandırılmış örgüt elemanları, 12 Eylül harekâtından sonra devletin kararlı tutumu, güvenlik güçlerinin bölgenin huzur ve sükûnunu sağlamak için başlattıkları etkili mücadele karşısında silahlarını alıp dağlara çıktılar. Dağlara çıkıp dağlarda ne yaptılar? Köylülerimizin başına musallat oldular. Çalışmadan yaşayıp köylünün bir lokma ekmeğine, bir avuç çökeleğine ortak oldular. Irzına, namusuna, parasına göz koyup halkı baskı, terör ve tehditle korkutup eşkıyalığa başladılar. Kendilerine karşı olan aklı başındaki vatandaşları öldürdüler. Bir kısmını korkutup il dışına göç ettirdiler. Köylerimizde yaşlı insanlar, kadın ve çocuklardan başka kimse kalmadı. Otuzdan fazla vatandaşımızı öldürüp, sayısı belirsiz kişilere dayak atıp gelinlik çağdaki kızları dağa kaldırıp, evlerde yatıp kalkıp, babası, kocası ekmek parası için gurbette, yurtdışında bulunan kızların, gelinlerin ırzına geçip, bölgede yapılmadık kötülük bırakmayan bu hainler, bu Allah, kitap, din, iman, gelenek, görenek tanımayan, bu namus düşmanları daha neyi savunmaktalar?”

İhbar mecburiyeti getiriliyor 

Konuşmasında devletin 12 Eylül’den sonra bölgeye en yetenekli kamu yöneticisi ve görevlilerini atadığını, nitelikli personelle hizmetin etkinliği ve veriminin çok arttığını iddia eden Yüzbaşı Cemal Çoban, Dersimlilerin “teröristleri” ihbar etmesinin “mecburi” olduğunu gözdağı da vererek şöyle anlatıyor: “Köylerde muhtar ve ihtiyar heyetleri, köy korucuları, köyde yaşayanlar, Köy Kanunu’nun kendilerine verdiği yetki ve sorumluluklara göre, köye gelen-giden her yabancıyı takibe, sorgulamaya ve en yakın güvenlik kuvvetlerine haber vermeye mecburdurlar. Köyde devlet aleyhine, toplum zararına yürütülmek istenen yıkıcı, bölücü ve diğer suç sayılan faaliyetleri önlemeye, en yakın zabıtaya haber vermeye mecburdurlar. Bütün şefkatine, vatandaşına kol-kanat gerip onu koruyup kollamasına rağmen olaylar devam ettikçe, anarşi ve terör önlenmedikçe, bölge halkından bu kötülük güçlerine, yasadışı örgütlere destek devam ettikçe devlet, gittikçe artan etkin yasal, idari ve askeri tedbirler almak, devletin bekası, milletin huzuru için suçlulara ve suç işleyenlere yardım edenlere ağır cezalar tatbik etmek zorunda kalacaktır. Devletin gücü sınırsızdır. Şiddet göstermeyişi şefkati ve büyüklüğündendir. Milyonluk ordu besleyen, binlerce tankı, topu, uçağı bulunan, her türlü modern silahı bulunan devletimiz, gücünü halkı üzerinde göstermek istememektedir.”


Dönemin Pülümür Kaymakamı Celal Dinçer: Yoksul halk, 'okur ve kurtulur' umuduyla çocuklarını kursa gönderdi.

Darbe sonrası Dersim’de çocuklar, valilik kararıyla il dışına Kuran kurslarına gönderildi. Dönemin Pülümür Kaymakamı, bugünün CHP Milletvekili Celal Dinçer, Vali Kenan Güven döneminde Alevi çocuklarının Kuran kursları ve imam hatiplere nasıl gönderildiğini anlattı.

Vali Kenan Güven ile 2.5 yıl ‘mesai yaptığını’ söyleyen CHP’li Dinçer, sözlerine şöyle devam etti: “Vali bey, bütün kaymakamları, milli eğitim müdürlerini, muhtarları topladı. Bir konuşma yaptı. ‘Okuyamamış çocukları hem Kuran kurslarına hem de okuma yazma kurslarına göndermek istiyorum. Çocukları ücretsiz yatılı okutacağım’ dedi. Yasa gereği Vali Bey’in duyurusunu vatandaşlara duyurduk. İlk önce çok az müracaat oldu. Sanırım 60 küsur köy bana bağlıydı. Pülümür’de 15-20 kişi ancak müracaat etti. Bu çocukların hepsi Alevi çocuklarıydı. Vali Bey, otobüs tuttu. Aileler, il eşrafı, bürokratlarla çocukları yolcu ettik. Mesela Sakarya, Düzce’ye gönderilenler. Vali Bey, Akçakocalı olduğu için oradaki kursları da ayarlamış. Çocukların kıyafetleri çok bakımsızdı. Zayıf, cılız çocuklardı... Tunceli ’ye döndüklerinde tekrar törenle karşıladık. Çocuklar pırıl pırıldı. Takım elbiseli… Sükseli bir şekilde geldiler. Hiç unutmuyorum, bu defa ikinci partide çocuğun kolundan tutan getirdi. Benim de çocuğum gitsin diyen onlarcasını biliyorum.” Dinçer, halkın çocuklarını kurslara neden gönderdiğini ise şu sözlerle açıklıyor: “Mezralarda okullar yoktu. 1983’de Pülümür’de hiçbir köyde elektrik, telefon yoktu. Halk perişanlık döneminde çocuğunu göndererek sofrasından bir kaşığın eksilmesini düşünüyordu. ‘Büyük şehre çocuğum giderse okur’ diye düşünüyorlardı.”

18 dakikada 18 cami 

Vali Güven’i “İyi bir insandı” diye tanımlayan Dinçer, “Ama bazı kurallarda çok katıydı. Sivil idareden anlamıyordu. Sorunları emir-komuta zincirinde çözmeye çalışıyordu. Halk istemediği halde, her ilçeye 3’er tane olmak üzere 18 cami yaptırdı. Bu camilerin ihalesi 18 dakika sürmedi. Spora gelmeyen memurlara ceza veriyordu. Tunceli’de doğan ve kentte çalışan memurları bir gecede sürdü” diye konuştu.

“Cehennemliksiniz, günaha giriyorsunuz” 

Kuran kurslarına ve imam hatiplere giden Alevi öğrencilerin birinci yıl bittikten sonra Dersim’e gelenlerin büyük bölümünün tekrar geri gitmediğini söyleyen CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ise “Hâlâ küçük bir bölüm de olsa kara çarşafa giren, ramazan orucunu tutan, 5 vakit namaz kılanlar da var. O yaşa kadar öğrendiklerine, içinde büyüdükleri kültüre tamamen zıt şeyler öğretildiği için psikolojik çelişkilere, buhranlara düştüler. Annesinin elini sıkmayan, annesine sarılmayan çocuklar vardı. Namaz kılmayan annelerine, babalarına, ‘cehennemliksiniz, günaha giriyorsunuz’ diyerek tepki gösteren çocuklar vardı. 1980 sonrasında yapılanlar bir asimilasyon politikasıydı ve e bölge için daha tehlikeli olduğunu söyleyebilirim” diyor.

İş isteyen müteahhit camiye gidiyordu 

Vali Kenan Güven döneminde SODEP Parti Meclisi üyesi, CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç ise dönemin valisi Kenan Güven ile ilgili şunları söyledi: “Vali hukuk tanımayan birisiydi. Birkaç defa da kendisiyle çatıştım. Özellikle Alevi köylerine cami yaptırılması konusunda anlaşamıyorduk. Aklından geçen her şeyi yapıyordu. Tunceli halkının Alevi kimliğini değiştirerek Sünnileştirmeye çalışıyordu. Birçok müteahhit Vali’den iş almak için camiye gidiyordu. Hatta 23 Nisan ’da bile bayram namazı için camiye giden müteahhitler vardı.”



Kemal Bülbül, "Alevilikte 'mürşit'ten gelen, 'irşat', Dersim'de asimilasyon, başkalaştırma, kendi kimliğine düşman etme, yabancılaştırma çalışması olarak kullanıldı" dedi.


12 Eylül suçu: Dersim’i ‘ irşat’ ile ilgili konuşan, Alevi Dernek ve Vakıf yöneticileri, Alevilere yönelik Cumhuriyet tarihi boyunca “asimilasyon” politikalarının yürütüldüğünü, 12 Eylül’ün de ‘yarım kalmış bir projenin tamamlanması’ olduğunu savundular.
“12 Eylül özü itibariyle Alevilere karşı da yapılmış bir askeri darbedir” diyen Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül şunları söyledi: “Doğu İrşat Konferansları’ ifadesinin içindeki ‘irşat’tan kasıt ‘aydınlanma yaratmak’, toplumu modernize etmek, iddia edildiği gibi köylülükten kurtarmak gibi bir şey değildir, Türk-İslamcılığın sağlanmasıdır. Alevilikte ‘mürşit’ten gelen, ‘mürşidin marifeti’ anlamındaki ‘irşat’ 12 Eylül’’de Dersim’de asimilasyon, başkalaştırma, kendi kimliğine düşman etme, yabancılaştırma çalışmasıdır. Bu politika sadece 12 Eylül döneminde uygulanmadı; 12 Eylül yarım kalmış bir şeyin tamamlanması projesidir. O da Türk-İslamlaştırmak, Alevi kimliğini ortadan kaldırmak, etnik anlamda Türk kimliğinin dışındaki kimlikleri ortadan kaldırmak çabasını içermektedir. 12 Eylül’de izlenen politika sadece bu döneme ait bir politika değildir; Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte özelde Dersim’e genelde Alevilere uygulanan bir politikadır. Cumhuriyet daha kurulmadan önce Cumhuriyetin Alevilikle ilgili nasıl bir politika izleyeceğinin ip uçları ‘Koçgiri Katliamı’nda vardır. 12 Eylül aynı zamanda 1938’in devamı niteliğindedir. Cumhuriyet tarihi boyunca hükümetler, devletler kurumları, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla yapılmak istenen asimilasyon, yok etme, katliam politikasının bir devamıdır. Bugünde bu politika devam ediyor.; Dersim’e yönelik ambargolar, cami yaptırmalar, Dersim Anıtı’nın yapılmasını engelleme çalışmaları bunun göstergesi.”

Zulmü görmeyenler 12 Eylül ile hesaplaşamaz 

“Alevilere yapılan işkence ve zulmü görmeyenler 12 Eylül ile hesaplaşamazlar” diye konuşan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Ercan Geçmez ise şöyle konuştu: “12 Eylül bugün çok net anlaşılıyor ki, Alevilerin resmi din olan Sünniliğe dahil edilmesi projesidir. Sadece Dersim’e yönelik değil genelde birçok Alevi köyüne yönelik bir boşaltma, büyük şehirlere götürme ve orada Alevileri diğer topluluklarla karıştırıp Aleviliklerini ve inançlarını unutturmakla ilgili bir eylemdir. 12 Eylül’de Dersim’e vali olarak atanan Kenan Güven, Alevi dedelerini toplayıp başlarına imam hatiplerden, ilahiyatlardan fakültelerinden adamlar getirip ‘bu şekil dua vereceksiniz, vermezseniz çoluğunuzu çocuğunuzu içeri alırım’ diyen bir adamdır. O bölgedeki bütün Alevi dedelerine yönelik özel kurslar açtılar ve bunlar Diyanetle birlikte yapıldı. 12 Eyül’ün mağduru Alevilerdir; ama ne yazık ki Türkiye kamuoyu bunu görmek istemiyor sanki Sünni yurttaşlar, tarikatlar çok ciddi şekilde etkilenmiş gibi bir hava yaratılıyor. Oysa bugünkü tarikatların yüzde 80, 90’ı o güne 12 Eylül’ü desteklemiştir.”




Yazılar Sürekli Güncellenecektir Arkadaşlar . Dersimin Karanlık sayfalarını öğrenmek , öğretmek gerek .




Tarık Işık Twitter Hesabı için Tıkla !

0 yorum var:

Yorum Gönder

Yazıya yorumunu yap ;