Olmayan Rüzgarda Uçurtmasını kaybeden adam !

Bdp Dersim'de Neden Kaybetti ? Chp Neden Kazandı - C. Canerik

Pazartesi, Nisan 29, 2013 Yazar: ters LALE... , Yorum yok


Devrimciler Dersim’de bir köye giderler. Köylüleri köy meydanında toplarlar ve onlara;

- “Biz sosyalizmi davul ve zurnayla getireceğiz köyünüze. O zaman hepiniz eşit olacaksınız. Kimsenin (özel) mal-mülkü kalmayacak. Mal-mülk herkesin olacak” şeklinde propağanda yapar ve ayrılırlar.

Gel zaman, git zaman bir köylü ise tarlasına kavak ağacı eker.Zamanla kavaklar büyür, serpilirler. Bir gün bakar ki köyden davul zurna sesigeliyor. Hemen köy meydanına doğru koşmaya başlar. Büyük kalabalık toplanmıştırve gençlerle yetişkinler çoğunluktadır. Düğün olsa davetiye mutlaka gelir, enazından haberi olur… Büyük bir şaşkınlık yaşar ve ardından hırsla bağırır:

-Bu dere kenarında bulunan tarladaki kavaklar benimdir. Kim kionları benden alacak onun anasını sikerim”

Bu, Dersim’de siyasete hafif de olsa bulaşmış olan herkesin bildiği bir fıkradır. Ütopik siyaset ve maddi gerçekliğin çatışmasını kanımca en iyi anlatan fıkralardandır. Dersim’de CHP’nin iki milletvekili çıkartması ve BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekili adayı sanatçı Ferhat Tunç’un kaybetmesinin nedenlerini en iyi şekilde bu fıkrayla aktarmak mümkündür.


Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinin hemen ardından Dersim’de, “Kılıçdaroğlu Başbakan” teması işlenmeye başlandı.Düğün dernek değildi ama öyle bir bu hava çalmaya başladı ki, insanlar “Tunceli’den de bir başbakan çıksa fena mı olur” yada özellikle seçim sürecinde gündeme getirilen “ Başbakan Kılıçdaroğlu olsa Dersim’e her halükarda hizmet getirecektir. Bu yabana atılır bir şey değildir ve en azından bir kereliğine de olsa destek vermelisiniz” teması adete düğün havası estirdi. AKP’nin seçim stratejisini kurduğu “hizmet”anlayışı Dersim’de CHP’liler tarafından kullanıldı. Kılıçdaroğlu’nun başbakanlığını kesin gibi aktaran ve adeta cennetten tapu satarcasına hizmet satıldı ve bu da tuttu.Davulu çalanlar biliniyordu ama kavak ağaçlarının sahipleri ortalıkta yoktu…

1992 Yılında yapılan seçimlerin ardından ilk kez Dersim’de seçim sürecine tanıklık ettim. En başından beri şunu söylemeliyim ki, sonuçlar değil ama seçim süreci bende en büyük hayal kırıklığını yarattı. Belki biraz uzun bir yazı olacak ama bu hayal kırıklığı sürecinde, kenardan köşeden izlediğim 2012 seçim sürecine yönelik tesbitlerimi aktaracağım.

Kaç kişi okur , tanıyan tanımayan olur mu bilemem ama kişisel tercihimi de aktarmam okurun daha sağlıklı çıkarım yapmasına yardımcı olur. Bu seçim de kişisel nedenlerle oy kullanmadım. Ferhat Tunç ile bir dönem çalıştıktan ve ayrıldıktan sonra sebeplerini açıkça yazmayacağım sebeplerden dolayı benim“vekilim” olmasını istemedim. Daha önce İstanbul’da iki defa oy kullandım,ilkinde HADEP , diğerinde Ufuk Uras’a oy verdim. Tunç’un aday adaylığı sürecinde, sosyal paylaşım sitesinde aday gösterilmemesi için açıkça kampanya yürüttüm, adaylığı kesinleşince aleyhinde kullanılmaması ve siyasi oyunların bir parçası olmamak adına kampanyayı bitirdim. Bir süre sonra ise Dersim’de seçimin nasıl geçeceğine yönelik izler ortaya çıkmaya başladı.Üstte yaz-ma-dığım sebeplerle tarafsız kalma, seçime katılmama ve Ferhat Tunç’a destek vermeme kararım birileri tarafından aleyhimde,” Gittiği köylerde BDP ve PKK anti – propağandası yapıyor” dan, bel altı iğrenç ve dahada önemlisi aptalca karalama cümleleriyle karşıma çıktı. Kürt hareketi içerisinde asla duymadığımız basit yaklaşımlar ve argo –küfür dili, hedef gösterme yaklaşımıydı bu.

Bu süreçte, bu yaklaşımlara herhangi bir eleştirel tepkinin gelmemesi ise bir süre sonra digital platform ve gerçek yaşamda da kendini göstermeye başladı. Bu seçim sürecinde Ferhat Tunç’un kaybetmesinin sebeplerinden bir tanesi bence bu ve benzeri üslup sıkıntısından kaynaklanmaktadır. Hedef kitlesinin yaklaşık 40 yıldır alışageldiği üslubun,tarzın dışında bir söylemle ortaya çıkmak, siyasi analizlerin, eleştirilerin bir yana bırakılarak bazen Kamer Genç yada Hüseyin Aygün, bazen de Kılıçdaroğlu ile “ağız dalaşı” olarak tanımlayabileceğimiz bir yaklaşımı benimsemesi yadırgandı, puan kaybettirdi. ( İsteyenler açıklamaları gazetelerden bulup okuyabilir ) Keza, BDP’nin yada Tunç’u destekleyen Kürt Siyasal Hareketlerinin “Demokrasi ve Özgürlük” temaları bile kitlelerde heyecan yaratmak için yeterliyken, herkesin birbiriyle bir türlü akraba olduğu Dersim’de üslubun hakarete varan dereceye ulaşması kararsız kitleler üzerinde olumsuz etki yarattı. CHP adayları Genç yada Aygün’ün özellikle 38 ve Dersim’in etnik kimliği konusundaki eleştirilebilecek ve toplumda mahkum edilebilecek yaklaşımları yüksek sesle ve kişiselleştirilerek hain vs. gibi bir yaklaşımlarla geçiştirildi, farklı bir yöne çekildi. Keza bu seçim kampanyasında Tunç’un kişi olarak ön plana çık-artıl-ması da seçimin kaybedilmesinde önemli etmenlerden birisiydi.

Tunç’un 40 Yıllık sanat yaşamına, mücadelesine –kişisel mesele bir yana- saygımız var. Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na gelmesiyle birlikte BDP’nin “Güçlü bir isim” arayışına girdiğini sızan kulis bilgilerinden öğreniyorduk. Tunç ismi ise BDP’nin Kılıçdaroğlu’na karşı yaptığı yanlış bir tercihti. Bunu birkaç başlık altında aktarmaya çalışacağım.Birincisi, Tunç neredeyse 40 yıldır sahnede ve bu “yüz eskimesi” dediğimiz bir yıpranmaya yol açıyor. Halkın sürekli olarak gördüğü bir ismin, bir yüzün toplum üzerinde yeterli ve güçlü bir etki yaratmasını beklememek gerekir. “Bıkmak” olarak tanımlamayalım ama “farklılık arayışları”, “yeni yüzar ayışları” ratingleri önemli oranda etkilemektedir. Keza, Tunç’un politik siyasi yaşamı içerisinde Türkiye sol hareketi içerisinden çıkmış olması ve ardından da Kürt siyasi hareketiyle yürümesi, Dersim’de hala önemli bir seçmen kitlesine sahip olan “eski yoldaşlarının” çok fazla hoşuna gitmedi. Yürünen meşakkatli yolda kırgınlıkların, tartışmaların, kavgaların da bıraktığı kitle küçük de olsa mevcuttu. Bununla birlikte, sanatçı kimliğin ve kişiliğin belki doğal bir gereği olarak Tunç’un halkın içerisinde çok olmayışı seçimler öncesi en çok eleştirilen noktalardandı. Tesadüfen konuştuğumuz Tunç ile aynı aşirete mensup bir esnaf, “ Ne düğünümüzde, ne cenazemizde gördük, seçildikten sonra da göreceğimizi ummuyorum” yaklaşımlarını gidermek için Tunç ve kampanya ekibi ne yazık ki yeterli vakit ayır-a-madı. İnsanların “vekil” olarak göndereceği kişinin “ulaşılabilir”olması, bir anlamda Ankara’da sırtını dayayabileceği birisinin olması önemliydi. Özel sektörün var ile yok arasında olduğu Dersim’de, işlerin hala Ankara’dan bitirildiği gerçekliğini göz önüne tutarsak sanırım ki demek istediğim daha iyi anlaşılır. Bu noktada ise CHP özellikle Kamer Genç faktörünü iyi kullandı. Genç’in yıllardır Ankara’da oluşu ve bürokratlarla ilişkilerinin iyi olması yani bir anlamda “iş bitirici” oluşu ön plana çıkartıldı. Keza Kamer Genç, bu seçim sürecinde çok da dikkat çekmeyen bir cümle etti. “ Tunceli’dekimi koysak seçilir” diyerek halka hakaret etti ama bu kimsenin dikkatini çekmedi. Kuşkusuz ki, Genç’in en rahat olduğu ve en az çalıştığı seçim kampanyası oldu bu… Buna karşılık BDP’nin desteklediği aday olan Ferhat Tunç’un izlediğim bir mitinginde en çok atılan slogan “ Dersim seninle gurur duyuyor” oldu. CHP’nin yürüttüğü “hizmet” yaklaşımına karşı Tunç’un sanat yaşamında sürekli olarak ön planda tuttuğu “Demokrasi, sosyalizm ve Özgürlük” gibi temaların neredeyse bulunmayışı , kişinin ön plana çıkartılması, siyasi anlayıştan öte kişiye çalışılması ters tepti. Bununla birlikte bir çok kişiden duyduğum ve propağanda amacıyla evleri köyleri ziyaret eden kişilerin “biz kazanacağız” gibi ötekileştirici yaklaşımlarının da halkı uzaklaştırdığını vurgulamam lazım. Bu yaklaşıma karşın fısıltı gazetesi yoluyla BDP ve Kürt hareketine karşı, “Dersimlilik ve Alevilik” temasının öne çıkartılması, “ Bizi Kürt yapacaklar” gibi tezlerin yayılmasının da kitleler üzerinde CHP’ye yönelişi hareketlendirdiğinin altını çizmeliyim. Nitekim CHP’ye yönelişte Kılıçtaroğlu faktörü ve hemşehrilik çokça kullanıldı. CHP’nin Dersim’deki başarısının altındaki en önemli ve belki de tek neden genel başkanının Tuncelili olmasıydı.

CHP Neden Kazandı ?

Türkiye’de 2012 Seçimlerine yazı konusu olarak Dersim CHP ve BDP ( Ferhat Tunç ) eksenli bakıyoruz. Dersim’den bakıp, CHP’li Dersimliler ile konuştuğumuzda bu seçimin galibinin kendileri olduğu yaklaşımına sahip olduklarına tanıklık ettik. Tüm Türkiye’nin adeta sarıya boyandığı ( Sarı akp) Güneydoğu sınırda dört ilin yeşil,(BDP) Ege, Trakya’da birkaç il ve bir de neredeyse tam göbekte Dersim’in kırmızı ( CHP ) oluşunu, garip bir şekilde adeta zafer edasıyla sunuyorlar. Evet Dersim’de iki milletvekilliğini de aldılar. Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir yana bırakırsak,Seçimde Hüseyin Aygün’e kişisel destek adına CHP’ye oy verdiğini beyan eden insan sayısı oldukça fazla. CHP’nin“hizmet” referanslarından birisi olan Genç’e karşı ise bıkkınlık mevcut. Üstte Tunç için söylediğimiz “ Yüz eksimesi” olayı, kat be kat Kamer Genç için dile getirildi. Genel Başkan faktörü olmasaydı, Genç’in Dersim’den bu sefer asla seçilemeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim.

- Seçimlere parti olarak değil, hemşehri genelbaşkan propagandasıyla girdiler ve başarılı da oldular. Yukarıda değindiğim için tekrar değinmeyeceğim… CHP’ye kazandıran tek faktörün bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Nitekim, Dersim’in Kürt hareketiyle bütünleşmesini engellemek için devlet tarafından da el altından desteklenen “Dersim Milliyetçiliği” olgusu, bu sefer de Kılıçdaroğlu için çalış-tırıl-dı. Tunç’un siyaseti bir yana bırakması ve tek başına “ünlü hemşehri sanatçı ” olması çok fazla etkili olamadı..

- Hemşehri genel başkan hep Erdoğan’ı eleştirsede, CHP’liler Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinin hemen ardından onun Dersim’de hala yaşlılar bağlamında dinsel, aşiretçilik politikasıyla da aynı kabileye mensup kişiler arasında etki bırakan “Kureyşan” aşiretine mensup olmasını çok iyi kullandılar. Dersim inancında önemli ve saygın bir yeri bulunan bu aşirete mensup kişilere hayatlarını geleneksel kültür temelinde yürüten kişilerden asla saygısızlık yapılmaz ve adeta tüm söyledikleri istedikleri yerine getirilir dersem sanırım ki bahse konu aşiretin ve üyelerinin toplumsal yaşamdaki yerlerini anlatabilmiş olurum. Dinsel olarak“dede” sıfatı bulunan Kılıçdaroğlu da halka böyle sunuldu. 2010 Aralık ayı içerisinde başka bir konu için söyleşiler yaptığımda, CHP’lilerin özellikle yaşlı insanlar Kılıçdaroğlu’nu “ O Kureyşanlı” olarak sunduklarına tanıklık yaptım ( 6 Aralık 2010 ) CHP, Dersim’de artık sadece seçim süreçlerinde hortlatılan aşiretçiliği ve yerel inancı kullanmaktan çekinmedi. Başarılı da oldu.

- Kürt hareketine karşı duruş sergileyen,“Alevilik, Zazacılık, Dersimcilik” gibi marjinal yaklaşımlar CHP’ye koşulsuz destek sağladılar. CHP ve bu savunulan tezlerin kesişme noktası olmamasına rağmen hepsi, Kılıçdaroğlu’nun asla söylemediği ama ona ait gösterilen sıfatlarıyla onunla bütünleşip destek verdiler.

- Dersimli olup özellikle batıda ve Avrupa’da yaşayan ve ekonomik güce sahip, küçük kitleler, kişiler üzerinde etkileme gücüne sahip CHP’liler inanılmaz bir kampanya yürüttüler. Söz birliği etmişcesine telefon vs. tüm iletişim yöntemlerini ve “diğer “ imkanlarını kullanarak insanların CHP’ye oy vermelerini teşvik ettiler.

- İttifak içerisinde yer alan özellikle EMEP tabanında yer alan kitlelerde Tunç ve ittifakların özellikle Dersim’de hep BDP’nin vekil yada belediyeyi almasından duyulan rahatsızlık oyların CHP’ye yönelmesine sebep oldu.

- 70 Li yılların devrimcileri ve 60 Yaş üstü insanların önemli bir bölümünde tekrar “Karaoğlan” rüzgarı estirildi. Dersim’de genç seçmen nufüsunun azlığı, yaşlı seçmenin yoğunluğu CHP’ye yönelişi kolaylaştırdı.

Dersim 38 ve Seçimler…

Seçim sürecindeki tartışmalara müdahil olmamak adına tartışmalara katılmadım. Ama Seyit Rıza’nın torunu ile Dersim’de on gün kadar önce kısa bir söyleşi yaptım. Dedesinin statüsünü bir kez da ondan dinlemek istedim. Söylediği yaklaşık olarak şu şekildeydi. “ Seyit Rıza,Dersim’in lideri değildi. Kendi aşiretinin lideriydi. Ancak, diğer aşiretler üzerinde hatrı geçiyordu ve sözü dinleniyordu.” CHP’yi ve özellikle Hüseyin Aygün’e yönelik eleştirilerden bir tanesi “ Seyit Rıza’yı Dersim’in önderi olarak tanımlamadı” şeklindeki yaklaşımlardı. Seçim bittiğine göre çok rahatlıkla bu konuyu ele alabiliriz. Bu zamanlarda aşiretçilik sadece seçimlerde gündeme gelse de, 1938 ve hatta 1960’lı yılların sonuna kadar Dersim’de aşiret kavramı çok önemliydi. İrili ufaklı yüzlerce aşiretin varlığından bahsetmemiz mümkün. Her aşiretin bir ağası bulunurdu. Aşirete mensup kişiler üzerinde tartışılmaz bir yeri vardır ve son sözleri hep onlar söylerdi. Sözlü tarih çalışmalarım sırasında tüm ağalardan daha yüksekte Pülümür’ün bir köyünde yaşayan “Kürdistan beyi” nin varlığını duysam da, hakkında çok bilgi sahibi olamadım. Zaten, Rus savaşı sürecinde bu beyin varlığından bahsedilirken, daha sonraki süreçlerde adının hiç anılmaması beni farklı bir noktaya götürdü.Dersim’de bir “ Kürdistan beyi var. Bununla birlikte, aşiret ağaları, beyleri bölgelerinde özerk bir statüye sahipler. “ Keza Dersim tarihi üzerine az buçuk bilgisi olan herkes şunu iyi bilir ki, Dersim’de aşiretler arası kavgalar savaş derecesindedir. Bir ağanın, beyin Dersim’in tümüne sahip olduğunu iddia etmek tarihsel gerçeklilik ile uyuşmamaktadır. Seyit Rıza’nın konumu da bu bağlamda diğerlerinden farksızdır. Seyit Rıza’nın bu gün heykelinin dikilmesine sebep olan, onu “Seyit Rıza “ yapan gerçeklik ise 1938 Yılında gerçekleştirilen kanlı harekata karşı vermiş olduğu mücadele ve direniştir. Bunu kimse inkar edemez.Seyit Rıza, direniş kararı alındığında tüm aşiretler kendisine katılmamıştır. O, lider kişiliğini kullanarak bazı aşiretleri direnişe ikna etmeyi başarmış ve onlara da önderlik etmiştir. Dersim Direnişinin önderidir. Ama genel anlamda bir lider olarak onu bu gün kabul ediyor olsak da, o günün şartları içerisinde liderliği sadece belirli bölgelerde geçerlidir. Bu gün için baktığımızda ise Direnişçi, mücadeleci kişiliğiyle lider konumundadır.

Cellada aşık olmak…

Seçimlerden sonra Dersim’e yönelik olarak yapılan en büyük eleştirilerden birisi Stocholm sendromu olarak da tanımlanan celladına aşık olunması durumudur. Bu gün bütün olarak bu soruya net bir yanıt veremiyorum. Dersim gerçekten celladına aşık mı oldu ? Tam olarak böyle olmadığını söyleyebilirim. Küçük bir parantez açarak sanırım ki bilgi notu eklemem gerekiyor. 38’de öldürülenlerin birkaç katı insan Türk ve Sunni köylere adeta tek tek dağıtılmış ve Türk – Müslüman yapılması, asimile edilmesine çalışılmıştır. Çok yakın çevremden de iyi biliyorum ki, henüz üç beş yaşında Türk ve Sunni bir köyde yaşamak zorunda bırakılmış ve on yıl boyunca en yakın bir başka köydeki akrabasıyla konuşması, görüşmesi dahi yasaklanmış olan insanların bir bölümü Türkleşmiş ve Sunnileşmiştir. Özellikle kuran kurslarına giden insanlarda belirli bir süreçten sonra İslama yönelik ilginin oluşması bu kurslarda küçük yaşlarda beyinlerine yerleştirilen olgunun dışavurumudur. Bununla paralel olarak 80 Darbesinden sonra Dersim’de köylere cami yapılması ve çocukların parasız yatılı kuran kursları yada okullarda kişiliklerini bulmalarını unutmamak gerekiyor. Son yıllarda ise “Horasan “merkezli “ Alevi – İslam” propağandası önemli bir kitleyi bünyesine katmıştır.Horasan Türklük ile bağlarken, “Raa Haq” yerine önce Alevilik ve ardından da İslam cümlelerinin bütünleştirilerek sunumu inançsal bağlamda Dersim’de önemli değişimler yaratmıştır. Bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. 1970’li yıllardan itibaren Dersim’de kendine yer bulan Türkiye sosyalist hareketlerinin yaptıkları bir yanlış, Dersim’in bu gün içerisinde olduğu sıkıntıların en büyük kaynaklarındandır. Geleneksel kültürü “ Gerici – yoz” olarak gören ve buna alternatif olarak da, birkaç çeviri broşürle “Devrim ve sosyalizm” tezini savunan sol hareketler, Dersim’in geçmişiyle bağını kopartmıştır. Kitap dilinin,siyaset dilinin Türkçe olması – okulları da unutmamak gerek elbet- Türkçe düşünmeyi de beraberinde getirmiş bir anlamda Dersimi “Sosyalist Türk” ili haline dönüştürmüştür. Konuyu fazla dağıtmadan, şunu belirtmeliyim. Her ne kadar idealist olsalar da, beraberinde getirdikleri dil ve kültür, Dersim’in geçmişiyle, binlerce yıllık tarihiyle,kültürüyle bağını kopatmıştır. 1980’de yaşanan yenilgiyle birlikte ise Dersimliler bir anlamda sudan çıkmış balığa dönmüşlerdir. Elbette ki Dersim ve CHP demişken bir başka tarihsel gerçeğe de dikkat çekmek gerekiyor. Özellikle“Karaoğlan” efsanesinin zirvede olduğu 70’lerde, Türkiye sosyalist hareketleri“ CHP içerisinde örgütlenme ve partiyi içeriden ele geçirerek devrim yapma”teziyle, legal bir maske oluşturabilmek gibi bu günün şartlarında anlamanın gerçekten zor olduğu bir şekilde sistemin kurucusu partiye kanalize ediliyorlar. Ev ev, mahalle mahalle, köy köy farklı siyasi partilerin hakim olduğu ve çatıştıkları Dersim’de adeta tüm Türkiye Sol hareketlerinin CHP’ye üyelerini kanalize etmeleri manidardır. Bu kanalizasyon sistemiyle CHP’ye katılan ve parti içerisinde de makam mevki sahibi olan kişiler bir süre sonra ise eski siyasi düşüncelerinden kopmuş ve CHP’nin sıra neferi olmuşlardır. Bugün 50 Yaş üstü Dersimli CHP üyesi insanlarda bunu görmek mümkündür. Bu gün ise tarihin yeni bir tekrarını yaşıyoruz. Farklı siyasi hareketlerden insanlar tekrar CHP’nin içerisine, bu sefer de hemşehrileri olan bir genel başkanı başbakan yapmak adına çekildiler. Bu noktada, sadece oy vermeleriyle kalmaları, Dersim için 2 Milletvekilliği bedelinden çok daha hayırlı olacaktır. Aksi durumda , bir sene öncesine kadar CHP’li olmanın bir anlamda utanç kaynağı olarak görüldüğü Dersim’de, esen“hemşehri” rüzgarıyla tekrar statükonun savunucusu bir partinin meşruiyet kazanması, tabana yayılması ve “CHP’lileştirilmesi” Dersim için en büyük tehlikeyi getirecektir. Bir çoğu aslında bilinen bu gerçeklikleri, Dersim’i bilmeyenlere de –kendimce- anlatabilmek adına yazdım, tekrarladım.

2010 Yılında yani bir sene önce Dersim’e dönüş yaptığımda gördüğüm en vahim durum ekonomik ve sosyal yapının tamamen çökmüş olmasıydı. 1990’lı yıllardaki “düşük yoğunluklu savaş” sürecinde yakılan ve boşaltılan köyler, ilçeler Dersim’de kurulu düzeni tamamen yıkmış. Bu gün üretim sıfıra yakın bir durumda. Hayretler içerisinde, yıkılıp viran olmuş köylere her gittiğimde yeme içmeden, kılık kıyafete, inşaattan , tarıma kadar her alanda kendi ihtiyaçlarını topraktan, taştan ve ağaçtan çıkartan bölgede artık en küçük bir üretime dahi rastlamak olası değil. Bununla paralel olarak,- yazımı çok hoş görünmeyecek olsa da – mahalle baskısının ortadan kalkmış olması, sosyal yapının da çökme değil, yok olması, kişiler üzerinde büyük tahribatlar yaratmıştır. Kişilerin davranışlarından sorumlu oldukları bir toplumsal yapı kalmamıştır. Bireylerin yaptıkları her türlü davranış yanlarına kar kalabilmektedir. En önemli toplumsal baskı mekanizması olan “cemat” ortadan kalkmıştır. Keza, en büyük ceza olan“düşkün” ilan etmeye muktedir hiç kimse kalmamıştır. Ekonomik ve sosyal yapının çöktüğü, Türkleştirme ve Müslümanlaştırma çabalarının her türlü yol ve yöntemle daha saldırgan bir şekilde devam ettiği, insanların bir bölümünün asimile olduğu, aç kalan insanların inançlarının tüketmek zorunda bırakıldığı,geçmişiyle, ailesiyle, yakın arkadaş, dost, musayip, kivre, vs.vs. tüm sosyal bağların kopartıldığı bir dünyada, eskinin “yeni” olarak tekrar sunulması ve kabul görmesi çok da anlaşılmaz bir şey olmazsa gerek.


Peki seçimler Dersim 38’in direniş ruhuna,eskilerin değimiyle “Kırmanciye”ye ihanet miydi ?


Bu gün Dersim’de hiç kimse 38 olaylarını onaylayacak kadar aşağılık olamaz- olmamalı. Çünkü, 38’de hiçbir suçu olmayan binlerce insan öldürülmüştür ve hemen her aileden onlarca kayıp vardır.İnsanların 38’i gerçekleştiren bir partiye, o hareketi onaylamak bağlamında oy verdiklerini hiç sanmıyorum. Üst bölümlerde de kısmen değindim. CHP’nin Dersim’e girişini iyi incelemek gerekiyor. “Sağ – Sol Olayları” olarak tanımlanan 1970’li yıllardaki politik tohumların izlerinin halen silinmediğini, CHP’nin 70’lerde sol hareketler kanalıyla kazandığı meşruiyetin halen devam ettiğini ve 38’in de bu hareketler tarafından neredeyse 50 yıl boyunca “gerici bir kalkışma” olarak tanımlandığını anımsatmak isterim. Bu seçim sürecinde , CHP Milletvekili adaylarından özellikle Hüseyin Aygün bu konuyu işledi. Aygün’ün kendi yaklaşımı, tezi“katliam” olduğu yönünde. Köyümüzü ziyareti sırasında kendisiyle yaptığım söyleşide “Katliam mı, soykırım mı ?” sorusunu yönelttim. “ Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımına uyduğunu ancak soykırım denmesinin şu anki aşamada, gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyici bir rol oynayacağını,dolayısıyla katliam kelimesinin şu an kullanılmasının doğru olacağını “söyledi. Kendisinin de “soykırım” olduğu düşüncesinde olduğunu da ekledi.

BDP’nin seçimlerde yaptığı taktiksel hatalardan bir tanesi de burada ortaya çıktı. Propaganda döneminde 38’i çok işlemeyen Tunç ve destekleyenler, Aygün’ün NTV Televizyonundaki açıklamalarını gündeme getirip onu suçladılar. Suçlamaların, eleştirilerin yoğun hakaretlerle sunulması olaya siyasi perspektif yerine yine kişilere endeksli yaklaşımlarla sunumu ciddi bir etki yaratamadı. Oysa ki, Dersim’de BDP’li belediye döneminde Seyit Rıza’nın heykelinin dikilmiş olması gibi çok önemli bir nokta gözardı edildi. Keza 38,Hüseyin Aygün’e yada onun ne dediğine endekslenemeyecek kadar önemli ve hassas bir konuydu. Bir anlamda siyasi malzeme haline getirilmesi ne katılınması hiç kimsenin kabul edeceği bir şey değildir. Ki, bu bağlamda seçmenler eleştirilere katılsalar da , Tunç’un söylemlerinde Aygün’ün söylemlerinden öte bir şey bulamadılar.

2012 Yılında Dersim’de halk sandık başına giderken,1938 Sorgulaması yaparak, ona ihanet ederek onaylamak yada onaylamamak arasında bir tercih yapmadı. Bilirsiniz, bölgede yapılan seçim propağandasında, “Demokratik özerklik” tezi işlendi. Bu bağlamda bölge seçmenini “ Demokratik özerklik yandaşı – karşıtı “ olarak tanımlamamızda sorun olmaz. Ancak Dersim’de1938 Tartışılmadı, konuşulmadı. Seçmen BDP yada blok yada parti değil, kişilere oy verdi, verdirildi. Tayyip Erdoğan’a, Kemal Kılıçdaroğlu ve Ferhat Tunç’a oyverdi. Tüm mesele kanımca bundan ibaret…

CANER CANERİK.

0 yorum var:

Yorum Gönder

Yazıya yorumunu yap ;